top of page

Yumurtalık Gençleştirici Tedaviler

Güncelleme tarihi: 17 Haz

Yumurtalık gençleştirici tedaviler son zamanların moda konusuna gelince.  Öncelike şu soruları yanıtlayalım.  

 

Yumurtalıkları gençleştirmek olası mı?

Az yumurta üreten yumurtalıklardan daha çok yumurta toplamak olası mı? 

Bu tedaviler gebelik oranlarını artırır mı?

Nedir bu tedaviler? 

 

Yumurtalık içine tüp bebekte yapılan yumurta toplama işlemine benzer bir şekilde verilen PRP (platelet rich plasma), eksozom ve kök hücreler bu tedavilerin temelini oluştururlar.  Öncelikle şu gerçeği aradan çıkaralım.  Bir kız bebek doğduğunda ömür boyu kullanabileceği bir yumurtalık havuzu ile doğar.  Doğumda iki yumurtalık içinde yaklaşık 6 milyon yumurta vardır.  Bu yumurtalar sürekli bir azalma gösterir ve ilk adet yaşında yaklaşık 400,000’e düşer.  Ortalama menopoz yaşı olan 50 civarında ise yumurtalıklarda yumurta kalmaz. 

 

Kadınlarda gebe kalabilirlik genetik olarak programlandıkları menopoz yaşından yaklaşık 10 yıl öncesinden itibaren azalır.  Örnek vermek gerekirse 1 yıl korunmasız ilişki sonrasında, 30 yaşında olan bir kadının %85-90 civarında gebe kalma şansı varken 40 yaşında bu olasılık yarıya, 45 yaşında ise %2-3’ler seviyesine düşer.  Peki bu doğal süreci geri çevirmek yani biyolojik saati geri almak mümkün mü?  Bugüne kadar yapılan sayısız çalışmaların sonucunda bu soruya maalesef hayır yanıtını vermek zorundayız. Bugün tüp bebekte yaygın olarak kullanılan ek tedavilerden biri olan PRP ile yapılan çalışmaların büyük bir çoğunluğu tasarımları itibarı ile bu soruyu yanıtlamaktan uzaktır.  Yapılan az sayıdaki rastgele (randomize) kontrollü çalışmada ise bu tedavinin etkinliği gösterilmemiştir.  Bir canlının vücudundaki ölçülebilir tüm biyolojik değişkenler ortalamaya dönüş eğilimindedir. Bunu şu örnekle açıklayalım. 

 

Sağlıklı bir kişinin tansiyonunu ölçtüğünüzde o anki etkenlerden dolayı yüksek çıkabilir.  Peki bu kişi hemen tansiyon hastası olarak damgalanabilir mi?  Tabiiki hayır.  Tansiyon bir süre sonra bir daha ölçüldüğünde daha düşük ve hatta bir üçüncü defa ölçüldüğünde daha da düşük çıkacaktır.  Buna regression to the mean veya ortalamay geri dönüş denir. Bunun PRP ile ne alakası var diye sorabilirsiniz.  Şimdi vereceğim örnek bir tüp bebek adayı.  Muayenede yumurtalıklarına bakıyor ve antral folikül adı verilen potansiyel olarak uyarılara yanıt verecek ve yumurta alabileceğiniz yapıları sayıyorsunuz.  Buna antral foikül sayımı denir ve tüp bebek yapıldığı takdirde toplanabilecek yumurta sayısını gösterir.  Ancak maalesef bu göründüğü kadar basit değil; çünkü antral folikül sayısı adet dönemlerinde farklılık gösterecektir.  Bir önceki adet  döneminde 3 antral folikül sayıyorsanız bir sonrakinde bu sayı aynı kalabileceği gibi daha çok veya daha az olabilir. 

 

Diyelimki siz ilk muayene sonrasında bu hastanın yumurtalıklarına PRP ugyuladınız.  Bir sonraki adet döneminde daha fazla antral folikül saydıysanız bunu doğal olarak yaptığınız işleme bağlayacaksınız.  Ancak büyük olasılıkla bir şey yapmasaydınız da aynı şekilde artış gözleyecektiniz.  Bu AMH denen yumurtalık kapasitesini ölçen kan testleri için de geçerlidir.  Dolayısıyla insan üzerinde yapılan herhangi bir girişim veya tedavinin etkisinin mutlaka normale veya ortalamaya geri dönüşten arındırılması şarttır.  Bunu da ancak randomize kontrollü çalışmaların sonuçlarına bakarak anlayabilirsiniz.  Bir gruba işlem yapılıp diğer gruba yapılmadığı ve hastaların da rastgele seçildiği  bir çalışma tasarımında ki bu şekilde yapılmış çalışmalar var, PRP’nin faydalı etkisi görülmemiştir.   Yakın zamanda yayınlanmış ve PRP uygulanan kadınların uygulanmayan kontrol grubu ile karşılaştırıldığı bir diğer çalışmada da PRP yararlı etkisi görülmemiştir.  Yararının tartışmalı olmasının yanı sıra PRP hazırlanmasında ve uygulanmasında tanımlanmış standartların olmaması ve hastalara verilen fiyatların neredeyse bir tüp bebek kadar olması nedeniyle uygulanması çok tartışmalıdır. 

Son zamanlarda ortaya çıkmış olan eksozom ve kök hücre uygulamaları da aynı kapsamda değerlendirilebilir.  Bunların farkı ise arkalarında olumlu veya olumsuz doğru dürüst bir veri olmamasıdır.  Bu uygulamaların da ancak klinik çalışmalar kapsamında kısa ve uzun olası yan etkileri konusunda dikkatli bir bilgilendirme yapıldıktan sonra hastalara sunulmasının etik olduğu kabul edilmektedir. Etkinliği bilinmeyen ya da etkin olmadığı kanıtlanmış bir tedavi için hastalara bir maliyet yüklemek en azından ahlaki değildir.​

Yorumlar


bottom of page